Geçtiğimiz günlerde turizmhaberci.com ve İGFA Haber sitelerinde yayımlanan "Halıdere’de Türk İzleri" başlıklı yazım üzerine birçok eleştiri aldım.
Bunların bir kısmı eleştiri sınırlarını aşarak doğrudan ithama dönüştü.
En dikkat çekeni ise verdiğim bilgilerin doğru olmadığı yönündeki iddialardı. Ancak burada temel bir bilimsel gerçek göz ardı ediliyor: Bilimde asıl olan bilginin test edilmesidir.
Test edilmemiş bir bilgiye doğru veya yanlış demek mümkün değildir.
Benim Halıdere’deki Manastır Tepe olarak bilinen mevkide ortaya koyduğum değerlendirmeler, bilimsel bir iddiadır.
Bu iddia, bölgedeki kaya üzerine işlenmiş sunak ve kaya mezarlarına dayanıyor. Eğer bir bölgeye sadece ismi üzerinden anlam yükleyerek, onu belli bir kültüre hapsetmeye kalkarsak, tarihin derin izlerini görmezden geliriz.
Oysa arkeolojinin en temel prensibi, bir bölgenin geçmişini toprağın altındaki gerçeklerle anlamaktır.
Halıdere’de Türk izlerinin olup olmadığını kesin biçimde belirlemenin yolu bellidir:
Bölgede kapsamlı bir arkeolojik kazı yapılmalıdır. Kapsamlı bir çalışma olmadan, sadece varsayımlar üzerinden yürütülen tartışmalar bilimsel değil, ideolojiktir.
Benim yazım, bu tartışmaya ışık tutmak amacıyla kaleme alınmıştır ve bir davettir:
Gelin, kazalım, araştıralım, bulguları ortaya koyalım.
Tarih, masa başında yazılmaz.
Taşlar, mezarlar, sunaklar konuşur. Ama onları duymak için önyargılardan arınmış bir zihne ve kazma vuracak cesarete ihtiyacımız var.
Ben bu konuda çaba gösteren muhtarlarımızı, Metin (fikri) Gümüşgöz’ü ve tarihi yerlerin restorasyonu için elinden geleni yapan Gölcük Belediye Başkanı Ali Yıldırım Sezer’i çalışmalarından dolayı tebrik ederim.
Geçtiğimiz günlerde turizmhaberci.com ve İGFA Haber sitelerinde yayımlanan "Halıdere’de Türk İzleri" başlıklı yazım üzerine birçok eleştiri aldım. Bunların bir kısmı eleştiri sınırlarını aşarak doğrudan ithama dönüştü. En dikkat çekeni ise verdiğim bilgilerin doğru olmadığı yönündeki iddialardı. A
Uğur Mumcu’nun Kürt Dosyası kitabı, 1990’ların başında Türkiye’de devlet, terör örgütleri ve küresel güçler arasındaki kirli ilişkileri ortaya seren bir eserdi. Mumcu, bölücülüğün yalnızca bir "hak arayışı" meselesi olmadığını, bunun emperyalist projelerin bir ayağı olduğunu açıkça yazıyordu. Bugü
Tarih, kimi zaman göz ardı edilen bir aynadır. O aynaya dikkatle bakanlar, geçmişin tozlu sayfalarında sadece yıkılmış medeniyetleri değil, köklerini, kimliğini ve geleceğini de görür. Anadolu’nun her karış toprağı, bize bu gerçeği haykırırken, bazıları hâlâ bu sesi duymamakta ısrar ediyor. Oysa a
Türkiye her yeni güne daha da ağırlaşan ekonomik yüklerle uyanıyor. Vatandaşın mutfağında tenceresi kaynamıyor, çarşı pazarda fiyatlar el yakıyor, kiralar asgari ücretle yarışıyor. İşçi, memur, emekli… Herkes perişan. İnsanlar kredi kartlarıyla günü kurtarmaya çalışırken bankalar faizleriyle vatan
Tarih boyunca insanlar, otorite karşısında nasıl bir tavır sergileyecekleri konusunda büyük sınavlardan geçtiler. Kimisi direndi, kimisi boyun eğdi, kimisi de sadece sistemin bir çarkı oldu. Ancak insan psikolojisinin en karanlık yönlerinden biri, sorgulamadan itaat etme refleksidir. İşte tam da bu